Felaket Senaryoları serimizde bugüne kadar pek çok senaryoyu ele aldık. Bu bölümde, daha önce yaptığı tahminleriyle kendini kanıtlamış Bill Gates'e danışıyor olacağız.
Bill Gates aslında bizi bundan 6 yıl önce, 2015 yılında olası bir salgın yönünde uyarmış ve yetkilileri de önlem almaya davet etmişti. 2019 Aralık'tan bu yana yaşadıklarımızı da özetlemeye sanıyorum ki gerek yoktur.
Bill Gates 2021 Şubat ayında yaptığı bir açıklamada Dünya'yı bekliyor olabilecek 2 felaket senaryosundan bahsetti. Bunlardan birincisi önümüzdeki yazının konusu olacak küresel ısınma, diğeri de biyoterörizm
Silahlar
İnsanoğlunun silah geliştirme macerası çakmak taşından bıçak ve mızraklarla başlayıp günümüzde anti-uydu füzelerine ve hatta bilgisayar virüslerine kadar evrimleşti. Yakın tarihte de ateşli, nükleer ve kimyasal silahlar yeri geldiğinde kontrolsüzce kullanılarak doğaya ve insanlığa büyük zararlar verildi. Hatta biyolojik etkenlerin de silah olarak kullanıldığını gördük. Peki insanoğlunun yeni silahı CRISPR veya modifiye edilmiş mevcut hastalık etkenleri olabilir mi?

CRISPR-Cas9 genetikçilerin ve tıp araştırmacılarının, genomun çeşitli kısımlarına ekleme, çıkarma ya da DNA dizilimininde değişim yapmalarına olanak tanıyan özgün bir teknolojidir. -BilimFili
Biyolojik Silah
Biyolojik silah denince akla gelen ilk şey laboratuvar ortamında geliştirilmiş veya değiştirilmiş etkenler oluyor ancak insanlık bu silahı tahmin ettiğinizden çok daha uzun sürelerdir kullanıyor. Örneğin bazı kaynaklar 1346 yılında vebadan ölmüş insanların cesetlerinin Kefe kuşatmasında şehre mancınıklarla atılarak şehirde bir salgın ortaya çıkarıldığı belirtiliyor. Benzer bir durum Rusya tarafından İsveç'e karşı da kullanıldı.

İlk biyolojik saldırının Anadolu'a yapıldığı Gültekin Yıldız tarafından belirtiliyor. Buna göre milattan önce 1500 yıllarında Hititler tularemi hastalarını düşman topraklarına sürerek salgına yol açmıştır.
Biyoterörizm
Savaş durumunda kullanılmış birkaç örnekleme yaptık. Aslında Napolyon'dan İkinci Dünya Savaşı'na pek çok örnek de var ancak bunları sıralayıp canınızı sıkmak yerine daha farklı ve günümüzde daha muhtemel bir konuya geçelim.
Önceki yazımızda özellikle nükleer silahların her ülkenin envanterine girmesiyle birlikte silahların savaşmaktan çok caydırıcı bir duruma girdiğinden bahsetmiştik. Aslında biyolojik silah konusunda durum biraz daha hassaslaşıyor çünkü bunun bir sınırı yok. CRISPR veya mevcut hastalık etkenlerinin modifikasyonu yoluyla elde edilecek silahlar hedef seçmeyecekler. Bu yüzden bu silahların hükümetler tarafından değil de terör grupları tarafından geliştirilmesi ve kullanılması daha olası.
Gelin yakın tarihimizde gerçekleşen 2 biyoterör olayına değinip devamında da alabileceğimiz önlemlerden bahsedelim.
Aum Shinrikyo
Türkçesiyle Yüce Gerçek Tarikatı, Shoko Asahara tarafından Tokyo'da kurulan bir dini örgüttür. Dünya'nın sonunun Japonya ve ABD arasında geçen bir Dünya Savaşı'yla geleceğini kabul eden örgüt, ölmeyecek insanların sadece örgüt üyelerinden olacağını iddia ediyordu ve hedefleri de önce Japonya daha sonra da Dünya hakimiyeti kurmaktı.
Bu hedefleri duyduktan sonra okuyacaklarınızdan biraz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz çünkü sadece biyoterörizme yönelen bu örgüt son saldırısı haricinde hiçbir etkiye ulaşamamış. 1990 yılında Japon parlamentosu etrafında havaya Botilinum Toksin saçan bu örgüt bahsi geçen toksinin hava yoluyla etkili olmadığını bilmiyordu. Bu başarısız eylemden sonra 1993 yılında aynı şeyi Prens Naruhito'nun düğününde de denedi. Hava yoluyla olmayacağını anlayan örgüt bu toksini bir su deposuna atmaya karar verdi ancak örgüt üyesi vicdanına yenik düşerek saldırıyı gerçekleştirmedi.

Botulinum toksinden ümidi kesen örgüt bu sefer de hastanede bulunan aşı amaçlı şarbon bakterilerini çaldı ve Tokyo üzerine dört gün boyunca püskürttü. Aşı amaçlı bakteri kullandıkları için bu eylemin de herhangi bir etkisi olmadı.
20 Mart 1995'te Tokyo metrosunda eş zamanlı olarak Sarin gazı kullanan örgüt 12 ölüm ve 5510 yaralıya sebep oldu. Bu olaydan sonra örgüt lideri Shoko Asahara ve örgüt üyeleri yakalanarak yıllar sonra idam edildi.
11 Eylül ve Şarbon
Terörün tüm Dünya'da en çok hissedildiği olaylardan biri mutlaka 11 Eylül olaylarıdır. Aslında 11 Eylül'ün ilginç bir özelliği de geleneksel terörizm ile biyoterörizm unsurlarının buluşmasıdır. 11 Eylül olaylarından hemen sonra New York'ta şarbon kaynaklı bir ölüm gerçekleşmiş ve medya ayağa kalkmıştı. Ülke genelinde farklı şehirlerde de vakaların ortaya çıkmasıyla birlikte New York'ta hastanelere 400.000 kişi şarbondan şüphelendiği için başvurdu. Daha sonrasında şarbon bakterisinin toz haline getirildiği ve posta yoluyla yayıldığı ortaya çıktı. Ülke genelinde panik oluşmasıyla birlikte doktorlar alıkonuldu, antibiyotikler karaborsaya düştü ve halk da medyanın yanlış yönlendirmelerine maruz kaldı.
Önlem
Biyoterörizmin farklı şekillerde gerçekleşebileceğini görmüş olduk. Peki bunun önüne nasıl geçebiliriz?
Bu tip bir saldırının gerçekleştikten sonra önüne geçilmesi tahmin edeceğiniz gibi oldukça zor ve kayıplar da oldukça fazla. Şarbon gibi bir etkenin kullanılmasıyla hem bulaşıcılık hem de ölümcüllük üst düzeyde gerçekleşebilir. Bu yüzden biyoterör ile en iyi mücadele gerçekleşmeden önce yapılmalıdır. Böyle bir saldırının gerçekleşmesi durumuna karşın aşı ve alternatif bağışıklık teknolojileri geliştirilmelidir.
Bu tip bir saldırının ölümcüllüğü ve kontrolünün en tehlikeli olduğu yerler tahmin edersiniz ki gelişmemiş ülkeler olacaktır. Özellikle Hindistan'ın günümüzde COVID-19 salgınındaki durumunu değerlendirebilirsiniz. Sağlık imkanlarına ulaşım yaygınlaşmalı ve globalleşmelidir. PCR gibi hızlı teşhis yöntemleri ve kayıt sistemleri etkin şekilde kullanılmalıdır.
Şehirlere yapılabilecek saldırı durumlarında hızlı ve etkili bir karantina uygulanmalı, halk önceden eğitilmeli, tedarik hattı bozulmamalı ve toplumsal düzenin bozulmasına izin verilmemelidir. Toplumsal düzende oluşacak bir problem, lokal ve tetiklenmiş bir kaos ortamına sebep olup durumun kontrolünü zorlaştıracaktır.
Uzmanı olmadığım başka bir konuda felaket tellallığı yaptığım bir yazıyı daha sonlandırıyorum. Önümüzdeki yazımızın konusu Küresel ısınma olacak!