Küresel ısınmanın yıkıcı etkilerinin günden güne daha fazla hissedilmeye başlandığı bugünlerde, elektrikli otomobil üretiminin liderlik ettiği bir elektrikleşme hareketi dikkate değer biçimde yükselmeye başladı.

Devletlerin elektrikli otomobil üretim ve satış süreçlerinde uyguladığı düşük vergi politikalarının yarattığı cazibe ışığında otomobil devlerinin de bu yolu takip etmesi, pek çok yeni nesil ürün için elektrik enerjisinin kullanımını daha mantıklı hale getiriyor.

Bu cazibenin vergi indirimleri ve popülariteden sonraki en büyük etkeni ise şüphesiz elektriğin diğer yakıtlara oranla çok daha çevre dostu bir yapıya sahip olması olarak öne çıkıyor. Peki, elektriğin üretim şekilleri aynı çevre dostu etkiyi sandığımız kadar vaat ediyor mu?

Kömüre bağlı üretim yeterince azalmıyor

Elektrikleşme sürecinin en büyük temsilcisi olan elektrikli otomobillerin bataryaları için kullanılan kobalt maddesinin madenciliğinin Afrika’da yarattığı sorunları daha önce haberleştirmiştik. Bu durumu bir kenara bırakıp elektriğin kendisini ele aldığımızda ortaya çıkan sorun, yine elektriğin üretim sürecinde tercih edilen adımları kapsıyor: kömür santralleri.

Yeşil bir adım olan elektrikleşme sürecinin daha da yaygınlaşmasının temelde doğamıza olumlu bir etkide bulunacağı çok açık. Yalnız ortaya çıkan rakamlar ve elektrik üretiminin doğaya mevcut etkilerine baktığımızda, bu durum elektrik üretiminde hangi yolları tercih edeceğimize bağlı olarak değişkenlik gösterecek gibi duruyor.

Raporlara göre, elektrikli otomobillerin ana ulaşım aracı olduğu bir gelecekte günümüzün elektrik üretim yöntemleri aynı oranda artarak devam ediyor olursa, ortaya çıkacak olan karbon emisyonunun fosil yakıtlı yöntemlerin yarattığından pek de bir farkı olmayacak.

Olası gelecekteki bu tabloyu yaratacak olan ana faktör ise elektrik üretimi için kullanılan termik kömür santralleri olacak. 2020 yılında elektrik ihtiyacının yüzde 30’unu kömür santralleri aracılığıyla sağlayan Türkiye’yi ele alırsak, elektrikleşme süreci neticesinde artacak olan elektrik ihtiyacı eğer kömür santrallerinin artışı yoluyla sağlanmaya çalışılırsa, bu çevre için pek de olumlu sonuçlar doğurmayacak.

Yenilenebilir enerji şart

Eldeki veriler göz önüne alındığında, elektrikleşme hareketinin gerçekten doğa dostu bir yapıya bürünmesinin tek yolu elektrik üretiminde doğru adımları atmaktan geçiyor ve maalesef henüz bu konuda yeteri kadar bilinçli gözükmüyoruz. Çin gibi ülkelerin enerjilerinin yüzde 50’sinden fazlasını hâlen kömürle üretmesi, elektrik ütopyasını distopyaya çevirebilecek izleri barındırıyor olabilir.

Bununla birlikte Paris Anlaşması’nın imzalandığı 2015 yılından bugüne elektrik kaynaklı emisyonun %2 artış göstermiş olması, buna bağlı olan endişeleri arttıracak bir gerçeği masaya koyuyor. Uzmanlara göre, eğer küresel ısınmanın etkilerini minimize etmek ve daha yeşil bir dünya yaratmak istiyorsak, kömür kaynaklı elektrik üretimini 2030 yılına kadar en az %80 oranında azaltmamız gerekiyor.

Bu noktada yenilebilir enerjiye dönüşün gerekliliği sert bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Eğer elektrik hareketiyle birlikte daha yeşil bir dünya oluşturmak istiyorsak, kömür gibi üretim yollarını mümkün olduğunca azaltıp güneş ve rüzgârın gücüne daha fazla güvenmeye başlamalıyız. Eğer kullanımda elektriğe dönüşümüzü enerjide yenilenebilir kaynaklara sarılmayla taçlandırmazsak, bizi bekleyen gelecek bir distopyadan farksız olacak.